Size yoksulluğun küçük bir resmini yapayım:
Geçen yıl sosyal yardım alan vatandaş sayısı 19 milyon 957 bin oldu. Yani, nüfusun neredeyse dörtte biri yardıma muhtaç oldu.
2023’te 2.3 milyon kişi daha geçinebilmek için sosyal yardımlardan yararlandı, bir milyon hane (3.5 milyon kişi) gıda yardımı, 4.38 milyon hane elektrik tüketim desteği aldı. Aileler bakamadığı için destek kapsamına alınan toplam çocuk sayısı geçen yıl 160 bini aştı.
Sosyal yardımlara ayrılan bütçe 2022’ye göre ikiye katlanarak 306 milyar lira oldu.
EMEKLİ AYLIĞI AVRUPA’NIN ALTIDA BİRİ
DİSK-AR’ın yeni bir araştırması yayımlandı. Buna göre; Türkiye’de ortalama emekli aylığı Avrupa ülkelerinin altıda biri…
Ortalama emekli aylığı İspanya’da 1.417, Fransa’da 1.485, Almanya’da 1.552, İtalya’da 1.582, Belçika’da 1.717, Hollanda’da 2.003 Euro iken Türkiye’de 237 Euro…
Ücretlerin enflasyona karşı hızla eridiği, kiraların rekor kırdığı, çarşı pazarda pahalılığın zirve yaptığı, geniş tanımlı işsizliğin 10.5 milyona dayanarak pandemiden sonraki en yüksek seviyeye ulaştığı, emeklilerin asgari ücretin altında aylığa mahkum edildiği bu ortamda hak aramaların artması, yoksulların, çalışanların sesini yükseltmesi, emeklilerin bir araya gelmesi gerekmez mi?
Tabii ki insan olmanın en temel vasıflarından biri olan hak aramayı yapanlar var.
Bartın-Amasra civarında bütün tehditlere rağmen doğa ve insan hakları için mücadelesiyle bilinen Ayşe Sevtap Uzun örneğin… Termik santrallere, çevre ihlallerine karşı Bartınlılarla birlikte direnin Ayşe Sevtap Uzun, kadın hakları konusunda da mücadele veriyor.
TÜRKİYE VE DÜNYADAKİ HAK ARAMA MÜCADELELERİ YETERLİ Mİ?
Kitlelerin sessizliği konusuna takıldım. Okumaya, anlamaya çalışıyorum. Sadece ülkemizde değil, dünyada da böyle… Ezilen, mülksüzleşen, alım gücü düşen büyük çoğunluk sessiz…
Dünyada Batılı ülkeler de dahil olmak üzere tüm çalışanlar enflasyonun altında eziliyor, ücretler eriyor, çalışma koşulları kötüleşiyor. Fakat kitlelerin sesini çıkardığı, hakkını aradığı bir hareketlilik göremiyoruz.
Evet; hak aramalar, grevler, protestolar oluyor. Dünyaya bakacak olursak;
– Almanya’daki grevler; 2024’ün ilk üç ayı son 25 yılın en fazla grevinin yaşandığı dönem oldu. Grevdeki işçiler demiryollarını ve havalimanlarını durma noktasına getirdi. Doktorlar, banka çalışanları günlerce iş bıraktı. Ülkenin çok satan haber dergisi Der Spiegel, “Almanya – Grev ülkesi mi?” kapağıyla çıktı.
– Fransa’da kamu sektörü çalışanlarının ücret artışı talepli grevi; Öğretmen sendikalarının, eğitim bütçesindeki 700 milyon Euro’luk kesintinin geri çekilmesini talebiyle başlattığı greve bazı kamu sektörü çalışanları da katıldı. Fransa’da çiftçilerin eylemlerini de unutmamak gerek.
– Finlandiya’da kamu sektörü çalışanlarının grevi; Kamu sektörü çalışanları, hükümetin işgücü piyasasına ilişkin planladığı reformları ve sosyal yardım sisteminde kesinti önerilerini protesto etmek amacıyla grev yaptılar…
– İspanya’da demiryolu işçilerinin grevi…
– Arjantin’de sendikaların protestoları; Millei yönetiminin çalışma yasalarında hedeflediği değişikliklere karşı sendikalar protesto gösterileri düzenledi.
– Hindistan ve Bangladeş’te çalışma yaşamını protesto eylemleri: Sadece bu yıl 32 bin teknoloji çalışanının işten çıkarıldığı Hindistan Bangalor’da işçilerin protestoları, Bangladeş’te modern köle gibi çalıştırılan tekstil işçilerinin iş bırakma eylemi… Daha da var tabii ki…
LEZİTA, AGROBAY, ÖZAK TEKSTİL VE DİĞERLERİ
Türkiye’ye de bakalım:
– İzmir Lezita fabrikasında toplu iş sözleşme sürecinde anlaşma sağlanamaması üzerine başlayan grev… İşveren grevi kırmak için Hindistan’dan işçi getirdi.
– Sendikalı oldukları için işten atılan İzmir’deki Agrobay fabrikası işçisi kadınların aylardır süren hak arama mücadelesi… Direnişlerini sürdüren işçiler son olarak tazminatları ve ödenmeyen ücretleri için Ankara’ya yürüdü.
– Özak Tekstil’deki köle gibi çalışma koşullarına karşı bir aydır süren direnişi,
– Kazanımla sonuçlanan Gates grevi,
– İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Enerji işçilerinin düşük ücrete karşı protestoları ve sağlanan uzlaşma...
Tabii ki daha da var, bunlar en günceli…
Peki yeterli mi?
SESSİZLİĞİN, YILGINLIĞIN, BEZGİNLİĞİN NEDENİ NE ACABA?
Bu sessizliğin, yılgınlığın, bezginliğin nedeni ne acaba? Savaş, ekonomik kriz, otoriterlik gibi olaylar vasıtasıyla üretilen çaresizliğin kullanılıp “biat etme” kültürünün yaratılması mı? Elimizdekinden de olmayalım anlayışı mı? Yine de şükredelim düşüncesi mi? Vurdumduymazlık, bana dokunmasınlar da kafası mı?
Yoksa askeri darbeler, toplumsal hayal kırıklıkları ile oluşan kitlelerdeki tükenmişlik, ümitsizlik, sendromu mu?
Tartışma gerektiren, izaha muhtaç konular…
SESSİZ YIĞINLARIN GÖLGESİNDE VE TOPLUMSALIN SONU
Bu kitle kavramı da ilginç bir konu… Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın “Sessiz Yığınların Gölgesinde ve Toplumsalın Sonu” diye bir kitabı var. Böyle bilmişlik yapmayı sevmem de; ben de sizlerle beraber anlamaya çalışıyorum.
Baudrillard, kitle kavramının çok muğlak bir konu olduğunu söylüyor, “Kitle terimi bir kavram olamaz. Olsa olsa hamurlaşmış, vıcık vıcık ve lümpen-analitik bir ‘kavram’ olabilir. Politik demagojinin leitmotividir. İyi bir sosyoloji ise onu ‘daha bir incelik isteyen’ mesleksel, sınıfsal, kültürel statü vb. kategoriler aracılığıyla aşıp geçmeye çalışacaktır” diyor.
Baudrillard özetle şöyle devam ediyor:
“Kitle diye bir şey yoktur. Bütün iktidarların gelip içinde yok oldukları bu sessiz yığın bir sosyolojik bütünlük ya da gerçeklik değildir. O, iktidarın sırtında taşıdığı bir gölge, içine düştüğü dipsiz bir çukur ve bir emme biçimidir. Bunu anlamak yeterlidir.
(…) Kitle terimini özgünleştirmeye kalkmak gerçekten de ters bir iştir – bu, anlamı olmayana bir anlam vermeye çalışmak gibi bir şeydir, örneğin ’emekçiler kitlesi’ denilmektedir. Oysa kitle ne emekçilerin ne de bir başka toplumsal nesnenin kitlesidir. Geçmişteki ‘köylü kitleleri’ de gerçek bir kitle değillerdi. Çünkü kitle yalnızca onları kapsayamadığı için, sonuçta istatistik artıklar üreten ve simgesel zorunluklardan arınmış olanlar tarafından oluşturulabilir. Kitlenin bir ayrıcalığı, bir yüklemi, bir niteliği ve bir göndereni yoktur.
(…) Sessiz çoğunluğun ya da kitlelerin düşsel bir gönderen olması, onun var olmadığı anlamına gelmez. Bunun anlamı sessiz çoğunluğun artık temsil edilemeyecek bir durumda bulunmasıdır. Kitleler artık bir gönderen olmaktan çıkmışlardır. Çünkü artık temsil edilememektedirler. Ses vermeyen bu kitleler sondajlar aracılığıyla sık sık yoklanmaktadırlar. Düşünceleri yansıtılmamaktadır. Yalnızca ne düşündükleri konusunda testler yapılmaktadır.”
‘YOLSUZLUK BİTMEDEN, YOKSULLUK BİTMEZ’
Bağlantılı bir başka konu da yolsuzluk… Yoksullukla mücadelede çok önemli çalışmalar yapan Hacer Foggo’nun dediği gibi; Yolsuzluk bitmeden, yoksulluk bitmez…
Son birkaç gündür dünyadan gözümüze çarpan yolsuzluk haberleri paylaşayım:
- İspanya Futbol Federasyonu’nun eski yönetimi 2018-2023 yılları arasında, farklı kamu ve özel kurumlarla imzalanan sözleşmelerde yolsuzluk yapmak ve para aklamakla suçlanıyor. Madrid mahkemesi soruşturma başlattı, polis federasyonun merkez binasında arama yaptı.
- Ayrıca, farklı bir yolsuzluk iddiasında gözler ,Başbakan Pedro Sanchez’in eşi Begona Gomez’e döndü. Gomez’in, İspanya’nın üçüncü büyük havayolu şirketi Air Europa’nın yönetimiyle, 2020’nin sonlarında, eşinin liderliğindeki hükümet tarafından 475 milyon Euro’luk yardım paketiyle kurtarılmadan önce gizli toplantılar yaptığı iddia ediliyor.
- Portekiz’de geçen Kasım ayında bir yolsuzluk skandalının ardından ülkeyi 2015’ten bu yana yöneten Sosyalist Partili Başbakan Antonio Costa istifa etti. Geçen hafta erken seçimler yapıldı. Costa, özel kalem müdürü ve bakanlarından birinin adının yolsuzluğa karışması ve başlatılan soruşturmanın ardından istifa etmişti. Yolsuzluk soruşturması sırasında başbakanlık özel kaleminin ofisinde yapılan aramada kitap raflarında zarflar içinde 82 bin dolar bulunmuştu. Costa, masum olduğunu ama buna rağmen görevde kalmayacağını söylemişti.
- Peru’da ise “sevgilisine yardım etmek için nüfuzunu kullandığı” iddiaları üzerine Başbakan Alberto Otarola, önceki hafta istifa etti. Genç kadının devletten arşivleme ve diğer işler için 50 bin dolarlık iş aldığı belirlendi.
- Fransa’da polis geçen hafta bir yolsuzluk soruşturması kapsamında Paris Belediyesi binasına baskın düzenledi. Soruşturmada, Belediye Başkanı Anne Hidalgo, şirketler tarafından finanse edilen bir Tahiti seyahati nedeniyle yolsuzluk ve yasadışı çıkar sağlamakla suçlanıyor. Hidalgo’nun Tahiti gezisine eşini de götürdüğü ve 60 bin Euro’luk resmi ziyaretine iki haftalık kişisel bir konaklama da eklediği ortaya çıktı.
- Vietnam’da ülkenin şimdiye kadarki en büyük yolsuzluk davalarından biri 5 Mart’ta başladı. Davada emlak kralı Truong My Lan, idam cezası istemiyle yargılanıyor. Emlak şirketi Van Thinh Phat’ın patronu olan 66 yaşındaki Truong My Lan, suç ortaklarıyla birlikte “binlerce hayalet şirketi” kullanarak Saigon Commercial Bank’tan (SCB) 304 trilyon Vietnam Dongu (12.54 milyar dolar – ülkenin GSYİH’sının yaklaşık yüzde 3’ü) zimmete geçirmekle suçlanıyor. Lan, ayrıca birçok hükümet yetkilisine rüşvet vermek ve bankacılık düzenlemelerini ihlal etmekle suçlanıyor.
YOLSUZLUKTA EN HIZLI KÖTÜLEŞEN 12 ÜLKEDEN BİRİYİZ
Biliyorsunuzdur ama tekrarlayacağım;
Türkiye, Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2023 yılı Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 14 sıra birden gerileyerek 180 ülke arasında 34 puanla 115’inci sırada yer aldı. 2018 yılından bu yana endeksteki puanları ciddi ölçüde düşüş gösteren 12 ülke arasında yer aldık.
Neden acaba?
Peki siz hiç son zamanlarda ciddi bir yolsuzluk soruşturması duydunuz mu?
Sözüm bu kadar…